Duvar
Bindokuzyüzaltmışbir yılının güz aylarında annemin deyişi ile “Lütfü dayıya öküz arabası çarpıp öldüğünde” 20 günlükmüşüm. Şimdi diyeceksiniz ki ; duvarla ne alakası var bu konunun ! İşte o zaman yirmi günlükken aynı anlarda da savaş sonrası ikiye bölünen Berlin’in ortasına o meşhur utanç duvarı yapılıyormuş.
Yıllar yılları kovalayıp, her insanın başına geldiği gibi, yaşam, oradan oraya sürüklerken hayatları, yaşam rüzgarları bin dokuz yüz seksensekiz yılında beni de Berlin’e savurmuş. Dünyaya merhaba dediğim yılda inşa edilen Duvar benim Berlin’e gelişimle birlikte çatırdamaya başlamış. Ve sonunda Bin dokuzyüz seksendokuz güz aylarında, dünyaya ün salan, hiç geçit vermez denilen Duvar yıkılmıştı. Benim doğumumla başlayan Duvar hikayesi, benim Berlin’e gelişimle son buldu. Şimdi demeyin ne alakası var diye.
O anlarda Duvar’a yakın bir caddede ikamet ediyordum. Duvarın yıkıldığı, insanların akın akın doğu Berlin’den Batı Berlin’e gelişi şu an bile gözümün önünde. Dile kolay Kırkbeş yıl insanlar aynı şehrin havasını soluyor ama duvarı aşıp akrabalarına, dostlarına, arkadaşlarına gidemiyor; Neyse hasret bitti bitmesine de , hiç kimsenin görmediği bizim Türkiyeli insanlarımıza özgün bir durum, bir trajedi ile karşılaşabileceğim aklımdan geçmemişti.
Bir ay kadar olmuştu Duvarın yıkıldığı. İnsanlar her gün işe gider gibi Batı Berlin’e akın ediyor, bende hüzünle izliyordum. Bizim caddede dikkatimi çeken ilginç bir durumla karşılaştım. Genç bir kadın sokaktaki binaların zillerinde yazan isimleri tek tek kontrol ediyor; Belli ki birini arıyordu. Biraz izledikten sonra dayanamayıp, hem merak hem de yardım edebilir miyim düşüncesiyle sorma gereği duyumsadım.
-Affedersiniz; neden zillere bakıyorsunuz?
-Birini mi arıyorsunuz?
-Yardımcı olabilir miyim?
Soruma soruyla karşılık verdi.
-Siz de Türk’müsünüz?
Doğrusu biraz şaşırmıştım, az durakladıktan sonra;
– Evet Türküm diye yanıtladım.
Ama hâlâ bu sorunun ne anlama geldiğini kavrayamamıştım ki ;
-Nabi diye birisini tanıyor musunuz? Diye ikinci soruyla karşılaştım..
–Hayır. Böyle birini tanımıyorum. Nabi kim? Ne iş yapıyor. Ne için arıyorsunuz?
-Nabi benim erkek arkadaşım yani eşim.
Bundan üç yıl önceydi Doğu Berlin’e hafta sonu günübirlik izin kağıdıyla gelmişti ve tesadüf tanışmış birbirimizi sevmiş ve arkadaş olmuştuk. O günden sonra hemen hemen her hafta sonu beni ziyarete gelirdi ta ki duvar yıkılıp geliş gidişler serbest olana kadar.
Anlamıyorum ; diyelim ki beni terk etti. Buna üzülüyorum tabiki ama bir yaşında bir kızımız var.
Bir baba küçücük çocuğundan nasıl vazgeçer ?
Belki başına bir şey gelmiş olabilir diye kendimi avutuyorum ve mutlaka yakında gelecektir diye düşünüyorum. Ancak; Duvar varken, yasakken ve geliş-gidişlerin o kadar zor olduğu zamanlarda hiç aksatmayan bugün duvar yok. Nabi de yok..!
Şok olmuştum, ne diyeceğimi bilemedim. Durumu az-çok anlamıştım. Nabi’nin neden ortadan kaybolduğunu ben fark etmiştim de, bunu nasıl anlatabilirdim ki bu yaralı yüreğe.
Çünkü Duvar yıkılmadan önceki son yıllarında turistik gezi gibi batı Berlin’de yaşayanlar günübirlik izinlerle doğuya geçiyor ve tekrar batı Berlin’e evlerine dönüyorlardı. Hani derler ya Anadolu’da bir tabir vardır şark kurnazlığı diye. Bizim Anadolu insanımız da öyle yapmıştı.
Hafta sonları turistik amaçla değil de sırf kendi egolarını tatmin için doğuya geçen maçolar, magandalar, genç kızların gönlünü çalıp ve daha acısı bekar oldukları yalanını da ekleyerek, nasıl olsa duvar var bu ilişkiler saklı kalır düşüncesiyle gerçek olmayan ilişkiler kurduklarını duyuyordum. Lakin pek ihtimal vermiyordum. Ve işte gerçek tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. Ancak, ben bu genç kadına bunu nasıl anlatacağımı bilemediğimden, sorularını geçiştirip yanından ayrıldım.
Lakin uzun müddet aklımdan çıkmadı hala hatırladıkça hüzünlenirim. Böyle durumlarda ben de,hüzünümü kafamdan bir türlü atamadığım düşünceleri, bir şiirin veya öykünün teması olarak işler (yazar) ve biraz olsun rahatlarım.
İşte bu kısa öykünün şiiridir. DUVARIN ARKASINA GİZLENEN PEMBE HAYALLER
Duvarın Arkasına Gizlenen Pembe Hayaller
Savaşlar acıları, acılar ayrılıkları getirdi beraberinde.
Yıkıntılar Duvar olup yükseldi
Berlin’in ortasında.
Yürekler hasretle yandı .
hayaller kuruldu, yıllarca.
Zamanla…
Ateşler soğudu, yaralar kabuk bağladı.
Sınırlı geçişler başladı.
Pembe hayaller ile gönüller çalındı.
Yalan aşklar, duvarın ötesine gizlenmeye çalışıldı.
Yalan da olsa aşklar, hayaller ;
filiz verenlerde oldu elbet.
Duvar… !
Sadece iki halkı ayırmıyordu artık.
İzinli geçişlerle birlikte,
Pembe hayalciler,
Sahte aşklarını ;
Ve bu aşkların meyvelerini de saklamışlardılar duvarın ötesinde.
Kimsecikler…!
Duvar mayınlı da olsa, gün gelip yıkılabileceğini hesap edemiyordu anlaşılan..
Beraberlikler, sahte aşklar, meyve veredursun;
nasıl olsa Duvar saklayabilir diye düşünüldü hep.
Zaman…
Ne duvarlar sınırlar yıkmıştı
Bu Duvar neydi ki ?
Gün geldi yıkıldı tabi.
Ve Duvar ile birlikte ;
pembe hayallerde yıkılmıştı.
Atalarımızın deyişiyle
” Takke düşmüş kel görünmüştü ”
Her fırsatta duvar ötesine koşanlar,
Yok olmuşlardı yıkılmışlardı sanki.
Sırlarını, pembe hayallerini, sahte aşklarını saklayabilecekleri
Duvarları yoktu artık….!
Aranmalar başlayacak, hataları, sahtelikleri, oyunları
ve yeni sorunlar ortaya çıkacaktı..
katlanacak güçleri ve yüzleri yoktu ki, dolaşsınlar ortalıkta.
Gencecik kadınlar ne olduğunu bile anlayamadan
ellerinde sahte bir adres yada bir fotograf.
Arıyorlardı
Hasanlarını, Alilerini, Memolarını….!
bulabilene aşk olsun ;
hepsi sırra kadem basmış
Pembe hayaller, sahte aşklar, duvarın altında kalıp yok olmuştu.
Yıllarca duvar ötesinden, bakıp durdular;
aynı soydan insanlarına.
Acı çektiler, hasret çektiler..
Duvar yıkılırken ;
acılarının , hasretlerinin yok olacağını zannederken,
Yeni acıları, yeni hasretleri de tattırmıştı bu insanlara..
ve neden sonra, duvar yok olurken,
Hasanlarının, Memolarının, Alilerinin de yok olduğunu fark ettiler.
Ve yıllar sonra ;
genç bir kız, bir delikanlı.
Elde eski bir fotograf gazetelerde boy boy resim.
Hüzünlü bakışlarla
Babamı arıyorum..!
Tanıyan varsa
lütfen şu telefon numarasına
Ya da Gazeteye şu numaraya
bildirmeleri rica olunur…
Lütfenn..
Lütf….
Lüt…
09.03.2001 Berlin
İsrafil Yıldızkan
Israfil hocam, kaleminiz yüreklere yazılsın. Duvar, ve siir birbirini tamamlayan iki nehir gibi..
Sevgiler..
Teşekkür ederim değerli dost. Berlinden Selam ve saygılarımla
Evet güzel bir tarihsel anı.
Kalemine saglik.
Teşekkürler dost